16 Şubat 2010 Salı

Ara Sınavlara Yakın Bir Zamanda, Dünya'ya Uzak Yaşantılar...(Ne zaman yazılmış ; hatırlayamıyorum)

























Yaklaşık 4 saattir hiç yerimi değiştirmeden kulaklıklarımı takıp müzik dinlediğim salonun orta yerindeki koltuktan yazıyorum. Kafayı yememek için kendime birkaç neden arıyorum aslında… 2 gündür sabah 8 de yatıp öğlen 2 de kalkıyorum, 15 ila 30 dk arası ders çalışıyorum, sonra akşama kadar müzik dinliyorum, gitar çalıyorum. Bir an önce bu s.ktimin yerinden kurtulmaya bakıyorum; hiçbir şey yapmadan sadece, vizelerden sonra, uçakla döneceğim günü bekliyorum.
20 yaşında genç bir insan olarak günün 93284029 saatti evde oturmak gerçekten ileriye dönük umutlu bir bakış içinde olmanı sağlıyor. Bir gün ayrıca deneyiniz… Düşünmeye çok zamanınız oluyor; pişmanlıkları, b.ktan yaşantınızı, ileriyi…
Modern insanın sıçık bunalımları içindeyim. Modernleştikçe sıkıntı daha da artıyor. Mesela şu an çok modernim; kulağımda kulaklık, önümde laptop... “Kamu kavramı da modernite ile ortaya çıkmış” onu düşünüyorum; kendimi kamusal alanlarda görmek isterim, devlet beni ıslah etsin. Bir de şunu düşünüyorum; böcekleri. Hani eziyorsun ya böyle fıçk! Diye pörtlüyor hayvan. Heh onu diyorum o ne güzel şeydir, işte onu düşündüm. Dedim ya düşünmeye çok zaman oluyor.
Tıpa kulaklığın artık beynime yapıştığı ve bana ait bir organ olduğu şu dakikalarda, apocalyptica ‘ nın farewell şarkısının son 1 dk sına girmiş bulunmaktayız ki gözlerimde bir dolma oluyor ister istemez, o çello bana girer.
Son 3 günde 4–5 defa bilgisayarın masaüstü temasını değiştirdim. Ne koysam diye çok düşündüm. Her 30 dk da bir boş boş oraya baktığım için hep aynı resmi görmek çok sıkıyor. Şimdi bir dağ resmi koydum; teknoloji sayesinde oturduğum yerden manzara seyrediyorum, çok mutluyum Allah’ ım!
Telefonumu sadece saatte bakmak için kullanıyorum; her saat başı telefona bakıyorum ve “evet, ben telefonu sadece saatte bakmak için kullanıyorum” diyerek kendi kendimi doğru-luyorum ancak kendimi bir türlü doğru-ltamıyorum o kötü; Hep aynı pozisyonda oturmaktan bel ağrısı çekiyorum. Konuyu dağıtmadan diyeceğim şudur; arada bir çal be ağzına s.çtığımın telefonu! Bir çal götünün yağını yediğimin telefonu! Yok, ben kendime yeni şeyler bulmalıyım; mesela telefonun masaüstündeki resmini değiştireyim. Oh be! Vallahi değişik oldum…
Sen burada otururken içerde aynı bölümden bir arkadaşının çılgınlar gibi ders çalışması da ayrı bir psikolojik mutluluk yaratıyor; o kitaplar boy boy…….. Şu an dövseler ( Kıbrıs ağzında ne olduğunu araştır bul ) dersle alakalı tek bir şey okumam! Ulan ne yazmışım diye yazdığım yazının öncesine bakmaya üşenen boktan bir adam formundayım zaten. Bence ben açık öğretimden hukuk okumalıyım; burada iyice kapandım, devlet beni açsın.
Sıkıntıdan ona buna bulaşır oldum; kimsenin beni uçkuruna taktığı yok. Teknoloji harikası telefonumdan ona buna mesaj atıyorum saçmalıyorum, kafam güzel diye onun bunun tarafından takılmıyorum. O ve bu kim aslında ben de bilmiyorum. Onun bunun çocuklarının geçmiş ve şimdiden, gelecek 23 Nisan’ ını kutluyorum.
Bu yazıyı yazarak yaklaşık bir 12–13 dk daha geçirmiş oldum; mutluyum. Sıradaki parça: David Gilmour’ dan Then i close my eyes… Hadi şimdi siktirip gidelim….

BOK!!!






















“Dün iki kilo sıçtım”
“Ben dün bok gördüm”
“Benim bokum kol gibi”
“Benim bokum lokum gibidir”
“Bokunu yesem?”
“Sana karşı içimde bir parça bok kalmadı”
“Sakla boku milletin üstüne sıçarsın”
Örnekler çoğaltılabilir; bokta çoğaltılabilir. Bu bok meselesi canımı çok sıkıyor. Milletin içinde rahat rahat niye “bok” diyemiyorum yahu?! Bok işte bok… Her gün hepimiz bunu sıçıyoruz. Sıçma eylemi boksuz oluyor mu? Olmuyor. Nedense kötü sözcükler arasına girmiş; kullanılması hoş olmuyor. İyi de sen de sıçıyorsun bu, kahverengi –siyah- yeşil- kırmızı, senden de çıkmıyor mu kardeşim? Hayır, düşünsene Castin Timbırleyk’ de, Biyons’da sıçıyor düşünsene! Hepsinden iğrenelim o zaman. Aklına gelen en güzel, en yakışıklı insanı düşün işte; tuvalete girdi şu an, belki altına sıçmak üzere, boku baş vermiş, bırak beni diye bağırıyor. Altına sıçmıyor ama tuvalete yetişmeye çalışırken parça parça donuna küçük darbelerle iz bırakıyor; o halde yanına geliyor. Belki eli biraz önce… Neyse yeter.
Yani sonuç olarak bu boku, sıçmayı aşalım arkadaşım. İnsanlar rahat rahat “merhaba az önce sıçtım da rahatladım, sabahtan beri… “ diyebilmeli. Bir yerde otururken “ arkadaşlar, ben bir sıçayım da geleyim.” Denebilmeli.
Küçük su dökmeyle ilgili fikirlerim daha bir fantazik. Onu herkesin içinde anlatamayacağım.

DENİYORUM...

Durup düşünmüyorum artık, düşünemiyorum; belki düşünmek istemiyorum.
Öylece günler geçiyor, sadece yaşıyorum;
Bir de böyle denemek istedim.
Hayat bana beynimi porsiyonlarla sunuyor,
Ben de tadına bakıyorum, deniyorum...

Ara sıra kafatasımı dondurmayı deniyorum, beynim bozulmasın, çürümesin…
İnsanlar yapmam gerekenleri söyledikçe donduruyorum; beynim burnumdan gelmeden!

Hayata yardımcı oluyorum;
Hayat beynimi elleriyle yoğuruyor; uygun kıvama getiriyor.
Karışmıyorum tabi; bir de böyle deniyorum.

Artık beynimi hapsetmek yerine onu hayata satıyorum;
Şimdiyi ve geleceği benim yerime o düşünsün.

Düşünceler hızlandığında beynim boşlukta kalıyor,
Hayat mı boşalıyor o an, yoksa beynim hayatın boşluğunda mı kalıyor?
Bunu deniyor muyum kararsızım ama deliriyorum.

Kendimi hayatın uçurumuna bırakıyorum;
Yüzümde aptal bir gülümseme…
Uyuştum… Beynim ne halde anlayamıyorum, anlamak da istemiyorum ya…
Deniyorum bunu da…

Yere çarparak mı parçalanacağım? Yoksa hayat beni havada paramparça mı edecek?
O en iyisine karar verir.
Hissetmiyorum…
Yaşıyorum…
Mutluluk…
Deniyorum…