28 Eylül 2009 Pazartesi

Ben, Kendim ve Ses...













İçimden bir ses, sesin içimden gelmediğini söylüyor.
Diyor ki bana;
Aslında kendi kendime konuşuyormuşum;
Kendim kendini içimden anlayamayınca,ben bana dışımdan sesleniyormuşum.

Ses, kendim ve ben çok düşündük; '' İçimdeki ses mi benim, dışımdaki ben mi benim?''
Çözebilmiş değiliz...


Ses, benim kendim olduğumdan şüpheli;
Dışımda mı içimde mi çözemiyor.
Ben ise artık sesin kendi sesim olmadığını düşünmekteyim de
Kendim bu düşünceye çok kızıyoruz...

27 Eylül 2009 Pazar

Lensizm...


Gün biter; lensler çıkarılır,
Gördüklerinden arınınan lensler takılır ertesi sabah yeniden;
Yoksa kaldıramaz bu beyin tüm gördüklerini...

KONUŞKI


Ağzından çıkanları kulakların duymadıkça; etrafa saçılıyor,
Saçılanlar dışkılaşıyor...
Çek sifonu gitsin!
Gözlüklerimi çıkardığımda sol iki buçuk sağ iki;
Dışa doğru bir bulanıklık yaşarken,
İçeme doğru netleşiyorum sola iki buçuk sağa iki....

14 Eylül 2009 Pazartesi

Kadınların Aradığı Farklılık Bulundu!

Kadın erkekte fark ister
Kadın erkeğinde fark arar, kadınlar büyük olan erkeklere ilgi duyuyorlar. Kadınlara büyüklüğünü hissettir ki senden vazgeçemesin.

Facebooktaki bir reklamdır kendileri sizin de bildiğiniz gibi... Fotograftaki kadında belli bi farklılık istiyor. Ama ne gibi bir fark olduğu biraz meçhul. Valla reklama göre kadınlar büyük olan ,yani yaşça, erkeklere ilgi duyuyorlarmış, bir de onlara büyüklüğümüzü hissettirmeliymişiz; yani babaç olun diyor; danaç olun, ağır abi olun...
Hee sonra diyorsunuz ki bi linke tıklayalım bakalım. Bir tıkladık ki; aaaaaa belli pozisyonlarını almış karşı cinsler ve o da neee! O masum ''büyüklük'' kavramımız bi anda cart curt bitkisel penis büyütücü şeklinde sihirli bir dünyanın içine dalmış. 4 haftada farkı hissedin! Demek ki neymiş hem biz bir fark hissediyoruz hem de fotodaki farklılık için çıldıran bayan.
Hayır benim derdim şununla; reklamın facebook da görünen kısmında niçin böyle bir üstü kapalılık hakim;'' Kadın erkekte fark ister''. Aaaa nası bi fark acaba?! Bi merak uyandırma çabaları... Sanki '' evet kadınların aradığı farklılık bulundu; penismiş!!! '', '' Heeeeyyyy!!! (alkışlar) ''
Hep görüyorum reklamı içimde kalmıştı, linke de tıkladıktan sonra yazmadan edemedim. Neyse bi dk şimdi kredi kartı no mu giriyorum da, bi de ürünün gönderileceği adresi nereye yazacağımızı bilen varsa mesaj atsın.

13 Eylül 2009 Pazar

Bisiklet Turu


Evet salaklıktı yaptığımız; Lüleburgaz-Edirne arasını(88km- en azından bizim için zor) bisikletle gitmek... Bir akşam önce içerken içki masası gaza gelişi olarak kalmasını umut ederdik...Olmadı. Öbür sabah 07.00 da buluştuk Hasan'la sözleştiğimiz yerde. Neyse çıktık yola, ilk benzincide güneş kremlerimizi sürdük. Hava daha o zaman pek sıcak değil de önlemimizi alalım diye... Daha ilk yokuşta nefesin kesilmesi ayrı bir zevk oldu bizim için tabi. Ama çok kararlıyız gideceğiz ki bir gün önceden Edirne'de oteli de ayarlamışız. Bazen Hasan önde ben arkada, bazen tam tersi ve arada yanayana sohbet eder şekilde devam ediyoruz yola. Yandan geçen her tır basıyor kornaya ''veheeeyyy turist turist!! ''diye, yazık... Biz de el sallıyoruz eğlencemiz oluyor tabi. Girdiğimiz köylerde millet turist zannedip zıplıyor kahvelerden konuşunca anlıyorlar burgazdan geliyoruz. Bedavaya çay soda bi şeyler, fazla şişirmeden kendimizi devam ediyoruz yola...
Saat 12.00 civarı havsadaydık, hava iyice ısınmış, midemiz de boş bir şeyler yemeliyiz. Neyse oturduk bir kahveye, çay söyledik, evde hazırladığımız ekmek arası bi şeyler... Devam etsek mi daha dursak mı diye konuşurken fark ettik ki hava uygun değil oyalandık daha... 14.30 civarı çıktık yola, iniş çıkış iniş çıkış imanımız gevredi. Edirne il sınırı tabelasını gördüğümüzde çok sevinmiştik bok oldu. Git git Edirne medirne yok anasını satıyım! Tırlar kornaya devam... Artık duyarsızlaştık tabi kornaya, ormandaki kuş sesleri kadar doğal bir etkiydi artık bizim için; orman=kuş sesi, bisiklet yolculuğu=tır kornası... Ayrıca fark ettik ki artık sele g.tümüze girmişti o yüzden durmadan devam edebilirdik. ( o acıyı anlatamam,gösteremem de, şimdi geçti...)
Saat 17.00 civarı onu gördük, evet gördük tabela da EDİRNE yazıyordu!!! Çok sevindik... O da bok oldu. Git git gelmedi Edirne, gelmedi!!! Sonra anladık ki aslında Edirne yok... Şok olmuştuk kaybolduk. Hava da iyice kararmıştı. Arkamı döndüğümde Hasan yoktu. Cansız bedenini gördüm önümde dlsjflsdşjaf kjas..... Neyse ne diyordum; Edirne tabelasından sonra daha bir 10 km daha gittik, ufukta bir börgır kink gördük, modern dünyaya yeniden ulaştığımızı anladık. Karnımız çok aç... Ama dedik ki o kadar yol geldik spor yaptık, börgır da yersek hayvanlık olur. Hasan bi tavuk burger menü yedi, ben de big king menü yedim, çıktık.
Edirne'ye girmiştik kıçımızdaki -hatta anüse doğru ilerlemekte olan- acı ve yogunlukla... Kıçımız da yorgun yani anlatım bozukluğu yok... Mutluluk çemberi yaparak dans ettik Hasan'la. Oteli bulduk, bisikletlerimizi resepsiyondaki dayının gösterdiği yere bıraktık. Odamıza çıktık,hızlıca soyunduk, ''nasıldı'' dedim Hasan'a '' iyidin dedi''... Yok yani yolculuğu sordum sonra soyunduk pardon... Üstümü çıkardım, Hasan güldü. Güneş kremim çok işe yaramıştı, sağol güneş kremi.. Neyse ailelerimizi aradık, babam ''çok saçma niye otobüsle gitmediniz'' gibi o an kaldırılamayacak düzeyde esprisiyle rencide etti bizi... Çok yordun olduğumuz için hemen yatmamız ve öbür sabah erkenden dönüşe geçmemiz gerekiyordu. O yüzden dışarı çıkıp güzel bi bar bulup 2-3 bira içip çerez merez yedik, gezdik, Hasan günlük 4 litre kola ihtiyacını tamamlayabilmek için 1.5 litrelik kolasını aldı, otele döndük. Uyumadan önceki son konuşmamız yarın otobüsle dönmekle ilgiliydi. Ama hayır!!! O kadar gelmiştik ve geldiğimiz gibi de geri dönebilirdik.
Sabah kalktık, terminale gidip bisikletlerimizi otobüsün bagajına attık. Sağolsun dayılar da bu sebeble fazladan para istemediler. Mutluluk abideleri olarak Burgaza geri döndük.

Sevgili günlük;


Nabıosun? Hep anlatıyorum sen dinliyosun. Ne mal bir arkadaşsın sen. Anlatçak 2 muhabbetin yok. Yıllardır kafanı s.kiyorum bir kere bile o mubarek ağzını açıp iki lelam etmedin. illa küfür mü edeyim sana?Bu mübarek pazartesi günü her zamanki gibi bu gün neler yaptığımı anlatacağım.
Sabah kalktım,dişlerimi fırçaladım sonra o mal iktisatçının dersine geldim. Her zamanki gibi amjık amjık konuştuğu için 2. derse girmedim aq. Sonra ilke diye bir arkadaşım var, sana daha önce nası bir mal olduğundan bahsettiğimi anımsıyorum. İki kelime muhabbet edemiyoruz. Malımsı bir şekilde şu an beni izlio. Birazdan da kuze pirkate! Anlamadın di mi? zuhahahahha!!! Kürtçe bilmediğin için son olarak sana mine hate demek istiyorum. Yine anlamıyorsun di mi? Beni sen anladın sen de yanlış anladın. Bu arada ilke sıçmayagitti. Yarın see you s.ktir git!
(Bu günlüğümsü yazı; 6 mart 2009 tarihinde sevgili ev ve sınıf arkadaşım Koray Aygün tarafından, 2. dersine girilmemiş bir iktisat dersi adına, okulun kütüphanesinde, şahsıma ait olan iktisat defterinin ilk sayfasına yazılmıştır. Evet çok sıkılmıştık ve bu sırada sıçmaktaydım ben kıbrıs kanalizasyonlarına.... )

10 Eylül 2009 Perşembe

Yakın Doğu Üniversitesi (Kıbrıs)



Evet sevgili okur.... ''Nereyi kazandın?'' diye sorup Kıbrıs Yakın Doğu Üniversitesi diyince ooooooooo kıbrıs ha hadi bakalım amma da şanslısın heeaaa gibi bir tepkiyle karşılaşmanın verdiği derin eziklikle bu yazıya başlamak istiyorum. Daha uçakla sınırları içine girdiğimde ,o çöle, hass...nereye geldim lan ben dediğim ve şu sıralar ikinci yılımın başlayacak olmasıyla çılgınca mutlu olduğum sevgili kıbrıs... Ananı avr...Neyse kişiliğinize bağlı olarak yaklaşık 2 ay içinde kendinizi içkiye vurabileceğiniz 3. ayda yok ben kesin geçiş yapıp kurtulacağım burdan diyebileceğiniz(hatta bunu dediniz biliyorum) , vizelerin gelmesiyle artık burda kalacağınızı anladığınız güzide yer... Nası bir canlılık yaratmış ki kafalarınızda hanginize söylesem ooooo kıbrıs mı?!
Hiç bir bokun olmadığı ( bok bile yok o derece ), kafa dengi insan bulabilir miyim derken hanzonun birinden dayak yeme riskinin taşındığı Yakın Doğu Üniversitesi de ayrı bir çığır açmıştır tabi cennet kıbrısımızda. Şahsen 1 yıl boyunca yalnız bir hayat sürmenin büyük zevki içinde yaşadığım hareketli Yakın Doğu kampüsü gecelerinde ( kampüs içinde herkes kopuyor tabi... kıbrıs ya sürekli eğlence ) düşünmeden edemedim. Lan ben bu haldeyim, benim dışımdaki bu 14.999 öğrenci nasıl yaşıyor lan burda?!?! Acaba benim gibi bir tane daha yok mu lan burdan nefret eden diye düşünme çabarında iken bi kaç kişiyle karşılaştım farkında ama kabullenmiş. Kabullen oğlum işte boku yedik burdayız yapacak bir şey yok tarzı beni marjinalist dünyama yeniden kapatacak konuşmalarıyla mezhuhatı itin götüne sokaraktan yolladılar yada yollandım, yani ben yollandım kendi kendime doğru. O sıralar- yani o sıralar yaklaşık 2008 in mart ayı falan- tabi çok yollanıyorum kendi beynime doğru, insanda kendi beyniyle yalnız kaldıkça çıldırıyor, ben farkettim kafa gidiyor yani... Sonra bi şey daha farkettim ki burda ya derse vereceksin kendini yada hiç bir şeye vermeyeceksin. Ben kötü olanını seçtim; kendimi derse verdim. İyi de oldu aslında ama 4 sene sonunda benliğimi kaybetme korkusu da yok değil. Yurt odasıyla anfi arasında derin yolculuklar şeklinde bir hayat. ( şimdi evdeyiz.... ciddi güzel gelişme )
Sonuca geliyim artık diyerekten kendime yeni bir paragraf açtım ve diyorum ki; kıbrısa gelmeyin gitmeyin gidip gelenleri uyarın, ruh sağlığınızı bozmayın. He zaten bozuksa gelin burda kendi toplumunuzla yaşayın, ADAMI ÇILDIRTMAYIN ULAN!!!!!